DOSTLARIMIZDAN BAZILARI | DOSTLARIMIZDAN BAZILARI

DOSTLARIMIZDAN BAZILARI

     Dostlarımızdan bazıları 12 Eylül den bu yana 42 yıl geçti ama siyaset hâlâ 12 Eylül anayasası üzerinde bir değişiklik yapmayı başaramadı. İktidar erkini ele geçirenler rant üleşip  sistemin kahyalığını yapıyorlar diyor.

    Aslında bu söylem ve bakış açısı haklı görülebilecek bir hasretin, bir sabırsızlığın göstergesidir.

    Ancak gözden kaçırdığımız bir nokta vardır ki köklü çözümler için siyasal güçlerin de sınırları vardır ve değişim ve dönüşüme hazırladığınız halkın sosyolojik gerçeklerinin buna hazır olması gerekir.

    Bizim tarafımızda duran siyasal yapılar sert geçişlerden ziyade yumuşak geçişleri arayan bir aklı önplana çıkarıyor, zorunlu kılıyor.

    Bunun da çok özel sebepleri var. Jeopolitik durumlar, gözle görülen bir kuşatılmışlık ; son darbe için hazırlanan ABD ( A vrupa ve A merika Birleşik Devletleri) kardeşlerimizin çektiği bu değişim ve dönüşüm hasret ine ket vuran en büyük engeller olarak karşımızda duruyor.

    Bizler ise iktidarın elinde sanki Musa'nın âsâsı varmış gibi davranıyor iktidardan yapamayacağı şeyler istiyoruz.

    Biz sistemin kahyalığını yapmıyoruz. Tam tersine biz sistemi insan hak ve hürriyetleri açısından büyük değişim ve dönüşüme hazır hâle getirmeye gayret ediyoruz.

    Eğer sistemin kahyalığını yapıyor olsaydık başkanlık sistemine geçemezdik.

    Eğer sistemin kahyalığını yapıyor olsaydık 15 Temmuzların altından kalkamazdık.

    Eğer sistemin kahyalığını yapıyor olsaydık BATI tarafından kurdurulmuş ve liderleri  satın alınmış siyasi yapılanmalara karşı bu kadar direnemezdik.

    Eğer sistemin kahyalığını yapıyor olsaydık emperyal küresel aklın tüm desise ve tuzaklarına karşı şimdiye kadar çoktan teslim olmuştuk.

     Eğer sistemin kahyalığını yapıyor olsaydık bu ülkede  adaleti, bir sağdan bir soldan adam asarak dağıtanların tekerrüren düşmüş olurduk.

    Eğer sistemin kahyalığını yapıyor olsaydık  ülkemiz 15 Temmuz darbe sürecinde çoktan bölünmüştü.

    Eğer sistemin kahyalığını yapıyor olsaydık sınır ötesi harekâtlar ile bölünmeyi önleyici tahkimâtları yapabilir miydik?

    Eğer sistemin kahyalığını yapıyor olsaydık  devlet eliyle kurulan okullarda binlerce hafız yetiştirebilir miydik? Sistem buna müsaade eder miydi?.

    Eğer sistemin kahyalığını yapıyor olsaydık terörü bitme noktasına getiremezdik. Batı'nın bizim için icad ettiği "iç düşman" kavramı etrafında kendimizi yer bitirir, dış düşman ile uğraşmaya mecalimiz kalmazdı.

    Eğer sistemin kahyalığını yapıyor olsaydık Kürt kardeşlerimizle bizi düşman yapmak isteyenlerin emellerine hizmet etmeye devam eder; din kardeşliğinin bir milleti millet yapan en büyük husus olduğunu ön plana çıkaramazdık.

    Eğer sistemin kahyalığını yapıyor olsaydık  "yerli araba" yapmak isteyen Özdemir Sabancı'yı katleden emperyal küresel sermayenin maşalarına rağmen yeniden "yerli araba yapma" sevdasına düşmezdik.

    Eğer sistemin kahyalığını yapıyor olsaydık uzaya uydular gönderemez, IMF'yi kapıdışarı edemez, halkımızı faizin pençesinde kıvrım kıvrım kıvrandırır, bir yılda 26 banka batırır ve bunları bu gariban milletin sırtına yüklerdik. Geçmiş dönemlerdeki sistem bu tür bir mekanizma ile çalışıyordu çünkü. Zenginin daha zengin, fakirin daha fakir olduğu bir mekanizmaydı bu...

     Eğer sistemin kahyalığını yapıyor olsaydık geçmişte Lockeed Skandalı'na benzer yolsuzluklarla ülke çalkalanıyor olurdu. Oysa bugünlerde "yerli malı" İHA ve SİHA lar ile dünyayı çalkalıyoruz.

    Eğer sistemin kahyalığını yapıyor olsaydık onca sondaj ve sismik arama gemisini denizlerimize salıp araştırma ve sondaj faaliyeti yapacak gücü kendimizde bulamazdık. Bunu küreselci sermayenin "dünyadaki enerji kaynaklarını kontrol etmek istemesine rağmen" yapıyorsak sisteme kahyalıktan ziyade keyfimizin kahyası olabildiğimizden dolayıdır.

    Eğer sistemin kahyalığını yapıyor olsaydık dünyanın ve sermayenin gizli efendilerine one minute çekemez; eller cepte Birleşmiş Milletler kürsüsünde "mahallenin beş kabadayısı" nın gözlerinin içine baka baka Dünya beşten büyüktür sloganını dillendiremezdik.

    Eğer sistemin kahyalığını yapıyor olsaydık düne kadar Amerika'nın bizim çocuklar dediği her beş yılda bir post modern darbe, her on yılda bir dipçikli darbe yaptırdığı mandacı apolet taşıyanlara Kes lan! restini çekemezdik.

    Eğer sistemin kahyalığını yapıyor olsaydık ABD'nin bizim çocuklar dediği darbecilerinin apoletlerini söküp darbecilik suçundan içeri tıkamazdık.

 

Son 200 yılda değişim ve dönüşüme tabi tutulan imparatorluk bakiyesi bir toplumun küllerinden yeni dirençler çıkarmak ve sönmek üzere olan bir istiklal ve istikbal ateşini yeniden alevlendirmek hiç de kolay bir şey değildir.

    İyice globalleşen ve tek elden yönetilmek istenen bu dünyada, bağımsız hareket etmenin de iyice zorlaştığı açıkça ortadadır.

    Windows ve Android  işletim sistemi ve Amerikan uyduları olmasa dünyanın içine düşeceği kaos ve kargaşayı bir düşünün. İnternet olsa bile hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı gerçeğini bir hayal edin.

     İnsanlık, adeta TV dizileri ile ayaklarına prangalar vurulmuş; bilekleri, sosyal medya kelepçeleri ile kelepçelenmiş;  teknoloji tarafından ekranlara hapsedilmiş, milyarlarca insanın mahpus olduğu kocaman bir temerküz kampında yaşıyor artık.

    Çocuklarımızı devletlerin eğitim bakanlıkları değil sanal bir dünyada nereden beslendiği  belli olmayan şeytani bir akıl yönetiyor maalesef. Bu durum sadece ülkemize has bir durum değildir ve küresel bir sorun olduğu da açık seçik ortadadır..

    Ahlaki erozyon konusundaki şikayetlerimizin hep yanlış adreslere gönderilmesi ve adreste bulunamadı notuyla geri iade (!) edilmesinin temel nedeni budur.

    Çareler yanlış yerde aranmaktadır.

    Gönderilen(!) şikayet mektuplarının bir suretini cc'ye koyup kendi ev adreslerimizdeki umursamazlığın gayya kuyularında keyf eden aile reislerine göndermenin zamanı geldi de geçiyor bile.

    Sorumluluğu sadece eğitim ve aile bakanlıklarına şutlayarak kendimizi temize çıkarma isteği -hele bu çağda- sorumsuzluğun ta kendisidir.

    40 yaş üstünde olup da olan biteni yorumlamakta güçlük çeken arkadaşlarımızda (buna ben de dahilim)  çok hızlı gelişen ve değişen bu çağı algılama, nedenleri ve niçinleri çağın şartlarına göre yorumlama konularında sıkıntılar olmasını doğal karşılıyoruz..

    Gramafon, taş plak, manyetik ses kayıt kasetleri, manyetolu telefon ve telgrafla iletişim çağından içinde her şey bulunan  cep telefonu, bilgisayar ve wifi ile haberleşen renkli TV ler çağına sıçramak 20. yy.ın ortalarında dünyaya gelen 40 yaş üzeri insanların kolay kolay hazmedebileceği sosyolojik bir durum değildir.

    Bunlara bir de dijitalizm tarikatinin şeyhi Google amca yı; aileyi temelinden sarsan, boşanmalar ve kadın-erkek cinayetlerindeki birinci derecedeki rollerini inkar edemeyeceğimiz Youtube, Facebook, WhatsApp, İnstagram, Signal, Telegram ile Tiktok belasını dahil edersek hayata bakış açılarımızı  başka bir şekilde Zoom lamak gerekecek.

    Bütün bunlar dijital devletlerin devreye girdiğini; insanın eğitim-değişim-dönüşümü konusunda hal-i hazırdaki "ıslak imzalı" devletlerin fonksiyonlarının yabana atılmayacak çok önemli bir bölümünü devralıp yönettiğini söylemek sanırım var olan bir realiteyi dillendirmekten başka bir şey olmayacaktır.

    Islak imzalar da artık elektronik imzaya dönüşmeye başladığına göre iş iyice çığırından çıkmış gibi görünüyor.

    Bundan dolayıdır ki çocuklarımız şöyle, kızlarımız böyle; delikanlılar çıpasız, kadınlarımız çapasız şikayetlerine cevap arandığında bunun cevabını artık "ıslak imzalı devletler"  değil, insan eğitiminde etkinliği inkar edilemeyen ve bu gücü büyük oranda ele geçirmiş olan "küresel elektronik imzalı sanal devletler" verecektir.

 

Saygılar, hürmetler.

 

Hamza  ÇOBAN