EĞİTİMİN İNŞASI ÜZERİNE (2)
EĞİTİMİN İNŞASI ÜZERİNE (2)
Nurettin Topçu, “Öğretmen, gençlere bilmediklerini öğreten bir nakledici değildir. Bu iş, kitabın işidir, bilmediklerimiz kütüphanelerde bulunmaktadır. Öğretmen, genç ruhları bir örs üzerinde döverek işleyen bir demircidir. Öğretmen, ruhların sanatkarıdır. Öğretmen bilen, öğreten, irşad eden, yol gösteren, terbiye eden, hülasa veli, mürebbi ve emin vasıflara sahip insan olacaktır. Ruhların mürşidi, hayatın nazmı ve istikbalın en emin kefili olacaktır. Her şeyden evvel öğretmen, hayatımızın kullanıcısı değil, yapıcısı, seyircisi değil, aktörüdür. Öğretmen, hayatı yaşamayı değil, ona hizmeti tercih etmiş fedakar bir varlıktır” diyerek, öğretmenin eğitimdeki rolünü, bireysel ve toplumsal sorumluluğunu güzel bir şekilde açıklamaktadır. Öğretmen, her şeyden evvel Rol-Model insandır. Toplumu inşa eden, ruh dünyasını zenginleştiren, tahammülsüzlüğü, şikayeti yaşamın hiçbir kesitinde barındırmayan, bizlere hayatiyet kazandıran değerlerimize yaslanarak içinde yaşadığımız çağın ruhunu anlayan, kavrayan, algılayan ve içselleştiren, bizlere dinamizm, cesaret ve asaleti yeniden hatırlatarak çözüm üreten müstesna insandır. Öğretmen bilir ki, bireysel zaaflar, toplumsal sorumlulukları zehirler. Toplumsal kaygıların ve sorumlulukların bilincinde olan bir öğretmen, her türlü zaaftan arınması ve işine sevda ile bağlanması gerektiğini bilmek durumundadır. Cemil Meriç, “Unutmayalım ki mektebi aşk besler, metotlu çalışma yaşatır” diyerek aşkı-sevdayı merkeze alarak, yöntem ve tekniğe dayalı bir düşünce mekanizmasının ve rasyonel yaklaşımın gerekliliğine vurgu yapmaktadır. İskender, “ Babam beni gökten yere indirdi. Hocam ise beni yerden göğe yükseltti” diyerek en büyük onurun hocasına ait olduğunu çok veciz bir şekilde izah etmektedir. Eğitimin inşasında temel bileşenler; öğretmen, öğrenci ve ebeveynlerdir. İstikbalimizin teminatı çocuklarımızın iyi bir eğitim alabilmeleri, ancak eğitimin hassasiyetini dikkate alan, sorumluluk bilincine sahip, birikimli, dört başı mamur öğretmenlerimizle mümkündür. Bu öğretmenler, Milli Eğitimin organizasyonunda belli bir program dahilinde ebeveynleri de yetiştirerek ve sorumluluk bilincini aşılayarak, hedef kitle dediğimiz öğrencilerimize odaklandıklarında sorunların peş-peşe çözüldüğünü görmüş olacağız. Eğitimin inşasında en önemli parametre hiç kuşkusuz öğretmendir. Eğitim ve Öğretim sürecinin merkezinde odak noktayı oluşturan öğretmen, eğitimi etkileyen diğer unsurları da yönlendirebilecek, yol-yordam gösterebilecek konumdadır. Bu çerçevede Milli Eğitim Bakanlığı, Baba Destek Eğitim Programını ve Ana Destek Eğitim Programını Yurt sathında genişleterek, yeni bir öğretmenlik türünü uygulamaya koyarsa, öğrenci başarısı maksimum düzeyde olur. Eğitimin Ebeveyn bileşeni eğitilirse, birçok sorunun kendiliğinden çözüme kavuştuğu görülecektir. Eğitime bakış açısı iki türlüdür:1. Kategorik-kompartıman ve sonuç odaklı, 2.Analitik-sürekli ve süreç odaklı bakış açısıdır. Kategorik-kompartıman ve sonuç odaklı bakış açısında sorunlar var. Bu bakış açısında öğrencinin zihin dünyası, sonuca ve ezbere odaklanır. Konular ve dersler arasındaki sürekliliği kesen, ayrıştıran, muhakeme-mantık yürütme-sorgulama yeteneğini bozan bir yapıya sahiptir. Analitik bakış açısında; süreklilik, sorgulama-analiz etme ve muhakeme vardır. Eğitimin her aşaması, bir nehrin akışı gibi sürekli bir fonksiyondur. Bu sürekliliği dikkate alan bir yaklaşım içinde olmamız gerekmektedir. İlk yıllarda alınan derslerin sonraki yıllarda temel teşkil ettiğini, hiçbir dersin ve sınıfın ihmale gelmemesi gerektiği açık bir gerçektir. “İbadetin en hayırlısı, az da olsa sürekli olanıdır” kutlu sözün ışığı altında deriz ki, ” Çalışmanın(Eğitimin) en hayırlısı, az da olsa sürekli olanıdır”. Kategorik-kompartıman ve sonuç odaklı bir eğitim anlayışı değil, Analitik-sürekli ve süreç odaklı bir eğitim anlayışını esas almamız, bilimin ve rasyonalitenin gereğidir. Bu anlayış çerçevesinde, öğretmenlerimizin sorumluluk bilinci ve sevdası maksimum düzeyde olursa, öğrencilerimizin başarısı da o düzeyde olur. Eğitimde başarısızlığı kabullenemiyorum. Günümüz dünyasında birçok vahşi hayvanın eğitildikleri ve insanlığın yararına işler yaptıkları bir vakıadır. Yıllar önce, uzak-doğu ülkelerinden birinde yapılan bir bilimsel Kongre ya da sempozyuma katılan bir akademisyen arkadaşımın anlattıklarını paylaşmak istiyorum: “ Akademik çalışmanın sonunda, bize ev sahipliği yapan kurum bizleri bir futbol sahasına götürdüler. Fillerden oluşan iki takım karşı-karşıya geldi. Maç başladı. Biraz sonra bir fil hata yapınca, hakem sarı kart gösterdi. Sarı kart gören fil, hakeme doğru ilerleyerek, hakeme özür selamını vererek tekrar oynamaya başladı. Biraz sonra bir başka fil daha büyük bir hata yapınca, kırmızı kart gördü. Hata yapan fil de hakeme doğru yönelerek, özür selamını verip sahayı terk etti.” Sarı ve kırmızı kart gören fillerin nazik tavırları, lig maçlarında kırmızı kart gören sporcularımıza umarım bir örneklik teşkil eder. Demek ki filler, eğitilebilir. Bir belgeselde, eğitimcisiyle dans eden, sarmaş-dolaş olan ve eğitimciye hiçbir zarar vermeyen Kobra yılanını izledim. Son derece vahşi ve cesur bir karaktere sahip Sivas Kangal köpeği, eğitilince dünya markası, sahibine sadık bir çoban köpeği olabiliyor. Balıklar, maymunlar, kuşlar ve benzeri hayvanlar eğitilebiliyor. Bu kadar hayvan türü eğitilebiliyor ve yararlı işlerde kullanılabiliyor da neden “Mikro Evren” demek olan insan eğitilmesin!. Burada bir sorun var. Eğitimin icrasında sorumluluğu olan bütün bileşenler bu konuyu incelemeli, analiz etmeli. Hiçbir komplekse kapılmadan, varsa eksiklerimizi gözden geçirerek, geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın geleceğinin inşası için seferber olmak durumundayız. Bu sorun, çözülemeyecek bir sorun değildir. Yeter ki, sorumluluk mevkiinde olanlar, bizler hepimiz sorumluluklarımızın bilincinde olarak, elimizi taşın altına koyarak gereğini yapmak durumundayız.
Prof.Dr.Şemsettin DURSUN