Hüseyin K. Ece,AMSTERDAM AKŞAMLARI | HÜSEYİN K. ECE

HÜSEYİN K. ECE

 AMSTERDAM AKŞAMLARI 8

 

Bir Afrikalı gördüm tam köşede

Dikilmiş, sigara sarıyordu

Elleri titriyordu;

Ayın ışığında oynayan kestane yaprağı gibi

Bakışı solgun ve renksizdi

Gözlerini yutan halkaya bakamadım

İstedimse de

Çünkü çok derinlerde idi.

 

Sonra ceplerini yokladı

Ayın bulutu yarışı gibi,

Bulduğu parlak kağıdı

Sigaraya ekledi yavaşça

Çoktandır tepkiyi unutan dudaklarıyla

Islattı ve yapıştırdı.

 

Onu bilmem, ama ben,

Afrika’nın ölen güneşini düşündüm

Artık ısıtmayan ve büyümeyen

Kaçırılan güneşini

Düşündüm

Onun çakmağındaki alevi görünce

 

Geçiyordu oradan insanlar

Sokaklar dolusu kalabalıklar

Çevre aydınlıktı ve başlar dikti

Kimse ona bakmıyordu

Çünkü onun

Hiç bir şeyi kalmamıştı görülmeye değer

 

Susuzluk ve yarılan gökyüzü

Ölü kurban, yahut umut

Tarihsel acının yolcusu

Hesabı sorulmayan bir göç

Dönüşü yasaklanan bir sürükleniş

Sabahsız kara geceler

 

Saldırgan fırtına artığı

Artık dumanı ve üreyişi tükenen

Doğurmayan bir ocağın

Sürgün edilmiş yetimi

 

Onu gemiler taşımadı buraya

Ellerinde ip, boynunda zincir yok

Kamçılar gütmüyor onu

Forsa değil güvertede

Fakat o yine bir tutsak

O bir sahipsizliğin arkadaşı

O bir çözülüşün kurbanı

Yüreği ve direnci zincirli

Azim bir tutsak

 

Ataları incil almışlardı

Topraklarına karşılık,

Şimdi onun elinde incil bile yok;

Kökü ve dalları olmadığı gibi


 

Hüseyin K. Ece

 

 

 

 

 

43.MÜSTESNA GÜL

 

Seni gören kapıya, seni saran kundağa

Seninle doğan güne, seninle gülen aya

Seni seven dedeye, seni öpen dudağa

Seni bağrına basan boynu bükük dünyaya

 

Selâm olsun… Doğduğun o güne selâm olsun

Gelişine sevinen düğüne selâm olsun

 

Seninle gözü aydın olan ebeye selâm

Geçtiğin sokaklara, oynadığın sahaya

Sana arkadaş olan can sahabeye selâm

Gördüğün ufuklara, uğradığın vâhâya

 

Selâm olsun… Doğduğun o güne selâm olsun

Gelişine sevinen düğüne selâm olsun

 

Anneye, amcalara, dedeye, hâlâlara

Seni gören gözlere, sana varan izlere

Su içtiğin kuyuya, yaslandığın duvara

Sana derin hasretten sızlanan denizlere

 

Selâm olsun… Doğduğun o güne selâm olsun

Gelişine sevinen düğüne selâm olsun

 

Seni candan sevene, gerçekten anlayana

Seni bilen anaya, seni özleyenlere

Yol arkadaşına, can yoldaşına ve sana

Her yerde, asırlardır seni bekleyenlere

 

Selâm olsun… Doğduğun o güne selâm olsun

Gelişine sevinen düğüne selâm olsun

 

Merhaba ey en müstesna Gül!

Merhaba ey en âşina Gül!

 

Sen gelince bahçeler gülistana dönüştü

Sen gelince parladı adaletin kılıcı

Sen gelince firavun fermanı yere düştü

Yüreklere yeniden takıldı hakkın tacı

 

Ey insan! Ey âlemin şeref âbidesi!

Ey insanlık tohumu! Ey sevginin fidesi!

 

Sen gelince yağmurlar rahmete dönüştü hem

Sen gelince annenin bereketlendi evi

O ezelî ahdine inandı ben-i Âdem

Sen gelince ateşperestin söndü alevi

 

Ey insan! Ey âlemin şeref âbidesi!

Ey insanlık tohumu! Ey sevginin fidesi!

 

Sen gelince güzellik hatırladı insanı

Senin gelişinle Gül, Mekke mükerrem oldu

Beşer yeniden bildi hakikate imanı

Aylarımız değişti, hepsi Muharrem oldu

 

Ey insan! Ey âlemin şeref âbidesi!

Ey insanlık tohumu! Ey sevginin fidesi!

 

Açıldı kapılarda esir kalan sürgüler

Güle müptelâ oldu kınlarında süngüler

Çiçeklerle süslendi saçlardaki bürgüler

Doğruya teslim oldu eski kısır döngüler

 

Ey insan! Ey âlemin şeref âbidesi!

Ey insanlık tohumu! Ey sevginin fidesi!

 

Selâm nedir anladı kutsal Belde-i harem

Saadet nedir, gördü tarihin sayfaları

Sen Gülsün, onun için güller bile muhterem

Hak’tan gelen hakikat doldurdu kafaları

 

Ey insan! Ey âlemin şeref âbidesi!

Ey insanlık tohumu! Ey sevginin fidesi!

 

Merhaba ey en müstesna Gül!

Merhaba ey en âşina Gül!

 

 

Hüseyin K. Ece

 

 

 

 

 

 

 

 

 

34. GÜLHÂNE GÜZELLEMESİ

 

1.

Ufukta gezerken tatlı bir serap

Bütün çiçeklerden bir hoş demet yap

Bana o gül yüzlü zamanı anlat,

Bana gülden yapma ıtırlar koklat

Can dostlara içten bir selâm söyle

Yüreği güldüren bir kelâm söyle

Bir güneşle yıkanırken İstanbul

Orada batmayan berrak bir tan bul

Bu, vefasız  evlâdın merakıdır

O mühürden kalan zafer takıdır

Anlat o toprağa dokunan eli

Zemine atılan sağlam temeli

Bana göster orda kale burcunu

Belki de öderim torun borcunu

Göreyim izini her bir sokakta

Bulayım resmini ‘eski konak’ta

 

O konağın alnı kardan beyazdır

Harcını yoğuran derin niyazdır

 

2.

Boğazda yüzerken hayallerimiz

Uykumuzu bölsün çırpınan deniz

Gültepe’de demlenirken çayımız

Şu Okmeydanı’nda gümüş yayımız

Marmara’ya vedâ ederken gündüz 

Gülhâne’de eyerlenir tayımız

Karacaahmet’de ağlar ruhumuz

Beyoğlu’nda karışmasın yolumuz

Dolmahçe’de sararırken yapraklar

Pişmanlığı söyler eski sokaklar

Atların izi var Sûr’un önünde

Gün insanı sarar Eminönü’nde

Seyrederken ruhu bir pencereden

Bir ağıt geliyor Dolapdere’den

Fatih’te minare, Eyüp’te kabir

Hayali ufukta yine bekletir

 

Onunla oturur dertleşiriz biz

Bize mavi yoldaş olur bir deniz

 

3.

Üsküdar’da Gülfem Hatun’a selâm

Aksaray’da dönen devrana selâm

Mihrimah Sultan’da bir akşam vakti

Boğaz yüreklerden sonsuza aktı

Her ufukta doğan mavi bir çizgi

Taşların dilinde yaşlı bir ezgi

Tarih düğününe Vefa’da davet

Eyüp’te kaderin mührüne evet

Teslimiyet nedir ey can yoldaşı?

Buna şahit midir Şehzâdebaşı?

Bayezid kitaba dalarken her an

Galata’da geçer bilinmez devran

Haliç’te diniyor suların dili

Kâtipler sallarken ipek mendili

Derdini deşiyor Dolmabahçe’nin

Değeri kalmayan gümüş akçenin

 

Sirkeci’de trenler hep gurbet taşır

Taksim’de gözlere kir (mi) bulaşır?

 

4.

Ey can, Yıldız ağlarken bir hazin tefekküre

Şehzâde dolunayı gökten indirir yere

Haseki’de yeniden canlanır İbni Sina

Fatih’te gülümseyen şu mağrur eski bina

Tarihin dili ve coğrafyanın kilididir

Ona düşman olanlar elbette en âdidir

Unkapanı önünde uzun-siyah kemerler

Ezanı zikrediyor camilerde mermerler

‘Saadet Dairesi’ mahzun mazi adresi

Buradan yükseliyor faniliğin son sesi

Boğaz öğretiyorken seyyahlara bilmeyi

Derin ve münzevi bir çığlıktır Beylerbeyi

Zaman sarı kehribâr tanesi gibi soluyor

Haydarpaşa’da hergün bin ayrılık oluyor 

Bakırköy’de kararan akşam bahtın mıdır?

Yerde sürünen cevher; sen misin, tahtın mıdır?

 

Eminönü hergün yorulur, lâkin mecnun olmaz

İstanbul’a yolu düşen gariban mahzun olmaz

 

5.

Haliç’te yıkanırken tarihin sayfaları

Orda hâlâ diridir Fatih’in tayfaları

Denizden yine sesi geliyor leventlerin

Sinan yine nabzını dinliyor bu bentlerin

Denizle buluşurken hilâl Beykoz koyunda

Hafızamız bekliyor Topkapı Sarayı’nda

Tophane’den hâlâ top sesleri duyulur (mu)?

Yeniçeriler yeniden isyana koyulur (mu)?

Gülüm, Yerebatan’da asırlardır susan su

Bil ki Sultan Ahmed’in eskitilmez tapusu

Hayaller âleminde yüzerken Babıâli

Sormalısın, kimindir bu ağıtın vebâli

Bir zamanlar ufukta süreyya dolaşırdı

Kıtalara bağlardan gül rengi ulaşırdı

Süleymaniye’de bir kıvama ulaşan dil

Gece sabaha kadar olurdu zümrüt kandil  

 

Bu, asırlarca süren sıcak bir özlem midir?

Ya da tarihte kalan kadîm bir görkem midir?

 

6.

Şair der, “Fatih’in yanında Gülşah ve Çiçek

Fatih’in yanında yine Gülbahar” (1) gülecek

Sevgili Mehmedine bir deste gül sunacak

Onun penceresine beyaz martı konacak

Kırılacak Bizansın çelikten günahları

Bambaşka bir iklime çıkacak sabahları

Dağılacak zeminin alnından kara kirler

Yine gülle doğacak bütün yaslı fecirler

O fecirde yetimler sıcak kucak buluyor

Yeniden bir sevinçle gözler yeri suluyor

Bir münâdi  her sabah “Gül ü Bülbül” (2) okuyor

İstanbul’a ipekten atlas desen dokuyor

Gülşenî İbrahim Efendi nerede şimdi?

Süleymaniye’ye dört kanatlı melek indi

Gülfer Kalfa acıyı nasıl terennüm etti? (3)

Pişmanlığı ‘gülşen-i vefâ’ya mı söyletti? (4)

 

İstanbul’u görmekle sanmam pişman olasın

Dilerim İstanbul’da bir kaç zaman kalasın

 

7.

Güllü dibâ giyeni gördün kordon boyunda (5)

Zamanı mı seyrettin Mecidiyeköy’ünde?

Hangi asil mektepte bir Gülistan okunur? (6)

Ruhuna çiçeklerin damlası mı dokunur?

Bir sabah aydınlığı müjdeler Gülşen-i Râz (7)

Yedi tepede, yedi âşık dilinde niyaz

Yorgun Kapalıçarşı mahşeri hatırlatsın

İste, Topkapı sana da tarihi anlatsın

Boğaza düşüyorken Harbiye’nin gölgesi

Gülmez Ayasofya’nın hüzünden elbisesi

Sultan Ahmed ihtişam sarayında bir mahzun

Bu öyle bir hüzündür ki, hikâyesi pek uzun

Çamlıca’da demlensin bu kederli hâtıra

Gökkuşağında seyran geliyorken hatıra

Marmara’da denizi öpüyorken güneşler

Gönlüm tepe üstünde son yolcusunu bekler

 

Bu yolcu İstanbul’dan gitti, yine gelecek

Onu da rahmetten bir bulut gölgeleyecek

 

8.

Hey Üsküdar Üsküdar!

Yeni İstanbul sana dar

 

Tanburî sustu, şimdi konuşan kemancıdır

İstanbul, seni anlamayan sana yabancıdır

Ufkunu kirletiyor çok bigâne çığlıklar

Aydınlatmıyor seni loş ve yapay ışıklar

Sırtında seni yoran hangi yüke hamalsın

Sen, gönülde ümide açılan ihtimalsın

İncitir rengi kara olan bir giysi seni

İnandırmak zor olur, seni hiç görmeyeni

Seni bilmez, taşının nabzını bilmeyenler

Seni bilmez, Sinan’ın tarzını bilmeyenler

Sen ki İstanbul’da her semtin uygun adısın

Bu kadim arayışın vakti geçmez tadısın

Sadâbât yolunda gölgen geziyor

Tarihler yeniden seni yazıyor

Yeditepe’de tam yedi işaret

İstanbul yine de gülden bir demet

 

Ben seni gül satarken gördüm

Bütün çiçek dükkânlarında

İstanbul’un meydanlarında

Denize gül atarken gördüm

 

..........................................................................

(1) Fatih’in hanımları.

(2) Gül ü Bülbül: Kara Fazlî’nin bir mesnevisi

(3) Gülfer Kalfa: Bestekâr

(4) Gülşen-i vefâ :Türk musikisinde bir makam

(5) Bir kumaş cinsi *

(6) Gülistan, Sa’dî Şirâzî’nin meşhur eseri

(7) Gülşen-i Râz, Şebüsterî’nin bir eseri

 

* “GÜLLÜ DİBÂ

Güllü Dibâ giydin amma korkarım âzâr ider

Nâzenînim saye-i hâr-ı güll-i dibâ seni (1) Nedim”

(1) (Güllü dibâ giydin ama, nazlı sevgilim, korkarım ki, dibânın gülündeki dikenin gölgesi seni incitir.)

Hüseyin K. Ece

 

 

 

 

 

 

 

ARAYAN BULUR, DEDİLER

 

Dostum, ´arayan bulur´ dediler, yola çıktım

Yol dedi ki ´ben zaten her yolcuya açıktım´

 

Yoldan önce, bilinmez yolculuğun ahvâli

Her noktayı açıkça anlatsa da ahâli

 

Menzile varmak için yürümek, gitmek gerek

Maksadı bulmak için sözü işitmek gerek

 

Bilirim, her yol beni götürmez sevgiliye

Yola çıktıktan sonra bakılmaz ki geriye

 

Yol azığım azmimdir, yol arkadaşım ümit

Ya yolun hakkını ver, ya geldiğin yere git

 

Geldiğim yer mi? Sensiz bir yurt, ıssız bir belde

Bunun alâmeti bak, ödediğim bedelde

 

Senin uğruna bunca yorgunluğa hem değer

Bulduk sananlar gerçek kaybedenlermiş meğer

 

Hüseyin K. Ece

 

 

 

 

 

 

 

 

ÖTELERDEN GELECEK MİSAFİR İÇİN

 

(Oğlum Abdüssamed Tarık’ın doğumundan bir hafta önce.)

 

Gelmedin, kelepçeli kaldı odada ruhum,

Buzlar bile eridi, ağrılara koyduğum,

 

Penceredeki serçe suskunluktan savruldu,

Olmayışın, turuncu yataklardan soruldu,

 

Gelmedin; bahçedeki çiçekler susuz kaldı,

Gelmedin; uzaklarda el sallayan azaldı,

 

Gelmedin, yutamadım demli sıcak çayımı,

Gelmedin, ıssız koydun gönlümde sarayımı,

 

Sabah oldu, kuşluk aralandı; gelmedin,

Göz bebeği bakmaktan yaralandı; gelmedin,

 

Ey aylardır, yıllardır beklenen nazlı yolcu!

Kapıda görünüver, alnı beyazlı yolcu!

 

Çiçek Güneşten değil, beklemekten kavruldu,

Gözlerimiz, yollara baka baka yoruldu,

 

Müjdeni duyuyoruz, her tarafta işaret

Bu ne gelişti böyle; yıllar süren bir hasret!

 

*****

Sevdin mi oraları, tatlı mıdır intizâr?

Güz gitti, kış da geçti, bak bitmektedir bahar,

 

Yatağın hazır, yerin hazır, elbisen hazır,

Elinden tutmuyor mu senin, boz atlı hızır?

 

Sen ki hoş bir muştusun yılların ötesinden

Sen tatlı bir nağme, sevincin bestesinden

 

Artık hasrette koyma bizi, böyle biçare,

Gelmedin, yalnız kaldı içimizde minare,

 

Ellerimiz semada, dua dua üstüne

Gelmedin; sorayım mı, nedir bunca bahane?

 

Bak, günlerin arkası kesiliyor camlarda

Takvim elde bitiyor, gözümüz rakamlarda,

 

Ey adını demeyen, tatlı misafirimiz,

Sen aziz, müjden aziz, gelişin bile aziz!

 

Sana güllerden yatak yaptık, hiç duymadın mı?

“Gelmeyen bir sevgili” yoksa senin adın mı?

 

*****

 

Ne olur, daha fazla bekletme bekleyeni,

Biz hepimiz hazırız karşılamaya seni,

 

Gel artık ufuklardan, dağların mor ardından,

Gel artık, tatlı çocuk, bilinmezlik yurdundan,

 

Seni özlemle öyle kucağıma sarayım

Seninle bayramların mevsimine varayım,

 

Gel ki, taze çiçekler atayım kundağına!

Gel ki, tatlı öpücük koyayım yanağına!

 

Gözlerinle, akşama doyumca konuşayım!

Senin sevginle engin tenhaları aşayım!

 

Gel ki, viran olmasın vuslatın bahçeleri,

Gel ki, hiç boş kalmasın gülücüklerin yeri,

 

Yüzüm hasretle sırıl-sıklam oldu, gelmedin,

Mevsimler geçti, yine akşam oldu, gelmedin,

 

Müjdenle kalbimize bahar cemresi ektin,

Ama gelmedin; bizi gerçekten çok beklettin,

 

*****

 

Balkonlarda hepimiz çıkıp bekleyelim mi?

Ne dersin, yola ipek halı döşeyelim mi?

 

Ey sesi bülbül bebek, gül bebek, sünbül bebek,

Ey eli gönül, yüzü melûl, sabrı tahammül bebek

 

Sesi heyecan bebek, gözü bir mercan bebek,

En içten canân bebek, candan içre can bebek,

 

İşte yüreklerimiz döküldü denizlere

Söyler misin, ne zaman geleceksin bizlere?

 

Bir yeşil dal üstünde bekliyor son kelebek,

Gel artık ey ay yüzlü, nazlı, sevimli bebek,

 

Bugün yarın gelmezsen, ey tatlı ve can bebek

Hasta olacak, hasta olacak,  yarım yürek.

 

15.5.2002

Zaandam


SABAHLAR BİR DOĞUŞTUR 12.10.2017 Sitede

 

Önüne her ne kadar bu çöller çıksa da

Ne mesafeye ne kum fırtınasına bakma

Yola çıkmaya değer diyor yüreğin sesi

Geçici bütün eller elini bıraksa da

Yüreğini beraber al, arkada bırakma

 

Bu sessiz dünyalar, bu ıssız virâneler

Bu kimsesiz ufuklar, bu tenha mesafeler

Bırakmasın kursakta bu müstesna hevesi

Senden bahsetsin yine en taze efsâneler

Senin cesaretini duyursun şerefeler

 

Ne farkeder ha güneş doğmuş, ha gece olmuş

Bütün yollar açıktır bir aşığın önünde

Ümidi söndüremez serabın cenderesi

Bütün geceler sancı, bütün sabahlar doğuş

Gerçek bayram olacak bir kavuşma gününde

 

Hüseyin K. Ece