MEHMED AKİF | MUSA UZUNKAYA

MUSA UZUNKAYA

HAZAN  MEVSİMİ

 

Kimi yeşil, kimi altın sarısı,

Kimi dalda, yere düşmüş yarısı,

Bir bedenden ayrılışın sancısı,

Gönlüm son baharda yaşanır diyor…

 

Baharda tohumla buluşan toprak,

Açınca tabiat çiçek ve yaprak,

Hasat mevsimidir, ambarlara bak,

Gönlüm son baharda yaşanır diyor…

 

Doyulmaz zevkine, alem rengarenk,

Altın  sarı, gümüş, mavi bir ahenk,

Mevsimler içinde bulunmaz bir zevk,

Gönlüm son baharda yaşanır diyor…

 

Eser deli rüzgar, savrulur gazel,

Yapraklar fısıldar güzel mi güzel,

Hissedilir ölüm, yokluk ve ezel,

Gönlüm son baharda yaşanır diyor…

 

Sararmış yaprakta seyret güneşi,

Bu candan vuslatın var mı bir eşi?

Ayrılık busesi ve endişesi,

Gönlüm son baharda yaşanır diyor…

 

Ne sadece hazan, ne de hüzündür,

Canlının toprağa döndüğü gündür,

Bir vuslat, bir muştu, kutlu düğündür,

Gönlüm son baharda yaşanır diyor…

 

Özlemle dallarda ötüşür kuşlar,

Düşen yapraklara mahzun bakışlar,

Ardından gelse de o soğuk kışlar,

Gönlüm SON BAHAR’da  yaşanır diyor…

 

       MUSA UZUNKAYA

 

 

O’NA DOĞRU

 

Geçen zaman aylar, yıllar,

Her şey akar O’na doğru,

Bitmez denen dakikalar,

Hepsi gider sona doğru.

 

Dağ başına düşen damla,

Sel olur varır deryaya,

Beden damardaki kanla,

Çeker gider O’na doğru.

 

Yüce dağların dumanı,

Bitmez bilinen ummanı,

Tükenen dilin dermanı,

Bak yöneldi O’na doğru.

 

Rahmet göremeyen toprak,

Sararıp ta düşen yaprak,

Susup konuşmayan dudak,

Suskunluğu O’na doğru.

 

Renkler alık, çehre soluk,

Akar kanlar oluk oluk,

Haşre doğru bölük bölük,

Kervan gider O’na doğru.

 

Geldi bak ömrümün güzü,

Dönemedim Hak’ka özü,

Unutma verdiğin sözü,

Gel gidelim O’na doğru.

                                                                        

 

                                      Musa UZUNKAYA

[12:41, 17.8.2017] Musa Uzunkaya Samsun: 17- AĞUSTOS DEPREMİ

 Dokuz yüz doksan dokuz on yedi ağustosta,

 Öyle bir felaket ki,bütün Türkiye yasta.

 Marmara bölgesinde yer yerinden oynadı,

 Göçtü Yalova, Gölcük,sanki deniz kaynadı.

 Gecenin sıfır üçü,derin uykuda herkes,

 Bir kıyamet sahnesi,durdu binlerce nefes!

Sure-i Kıyame mi,bir karia mı yoksa?

 Düzce, Sakarya, İzmit,İstanbul, Gölcük, Bursa.

 Yüzlerce köy kasaba,tüm marmara bölgesi,

 Bütün dünya işitti acı feryadı, sesi.

 Anadolu sathında her eve ateş düştü.

 Uzunkaya'lara da dört kişilik pay düştü.

 Yeğenim doktor Mahmut, eşi ve çocukları,

 Düzce'de istirahat, meğer son uykuları.

 Efendimiz buyurur; " Uykudadırlar ancak,

 Öldükleri o anda insanlar uyanacak!"

 Onlar öldü uyandı, uykudayız hala biz,

 Nasıl ibret alınmaz ne gafil bir milletiz?!

 O gecenin sabahı binlerce kadın erkek,

 Genç-ihtiyar demeden, günahsız sabi-melek,

 Beton yığınlarının arasında verdi can,

 Öyle hatalar var ki, kabul etmez din- vicdan!

 Kimi çimento beton, kimi demirden çalmış,

 Kimi yolunu bulmuş, sahte ruhsatlar almış..

 Unutulmuş doğruluk, unutturulmuş ihsan!

 Kendi- kendine nasıl tuzak kurarmış insan?!

 Dürüst olsa işimiz, suçlanılmazdı kader,

 "Deve sağlam kazığa, din bağlanılmalıdır der"

 Sen işini sağlam yap, dön Rabbe tevekkül et!

 Kadere rıza göster başa gelene sabret!

 Zaman zaman kulunu imtihan eder Mevla!

 Doğru-dürüst bir tedbir alınmış değil hala!

 

    Allah vermesin asla, deprem olursa şayet,

    Yaşananlar yaşanır, her şey açık nihayet!

 

    Kulaklardadır hala o feryatlar, o ahlar!

    Gideni çevirmiyor, arkadaki feryatlar!

 

    O ne müthiş bir sayha, sanki bir alameti,

    İnkar edenler varsa, gördüler kıyameti!

 

 

     MUSA UZUNKAYA

[13:02, 29.11.2017] Musa Uzunkaya Samsun: BİR KUTLU DOĞUM

 Sene; beş yüz yetmiş bir, Rabiu’l- Evvel ayı,

On ikinci gecesi, tenvir etti dünyayı!..

 

Gönüller Efendisi, şefkatlı, keremkani,

Aydınlattı cihanı, alemlerin sultanı!…

 

Kureyş Kabilesi ve Haşim oğullarından,

İbrahim’in kurbanı, İsmail’in soyundan..

 

Yirmi beş göbek evvel, İbrahim’e uzanır,

Tarih ise bu nesli, hanif olarak tanır…

 

Adem’in alnındaki nura hayrandı melek,

Sahip olmak istedi, o nura arş-u felek!...

 

Nesiller boyu gelir; O nur, O nur, O ziya,

O nuru tanıyordu, cümle rasül, enbiya!...

 

Kimde görülse o nur, hissedilir farklı hal,

Abdülmuttalib oğlu, Abdullah’a intikal

 

Edince o Yüce Nur, yüzünde farklı sürur..

Nura hamil Amine, duyar ebedi gurur!..

 

‘Levlake,levlake, lema halaktü’l-eflak..’

Olan şanlı Nebiye, meftundu alem,elhak!...

 

Melekler bir birine muştuluyordu O’nu,

Risalet halkasının, dediler geldi sonu..

 

Altı yüz yıl yaşandı, İsa’dan sonra fetret..

Kuşatmış insanlığı, cehalet, kin ve nefret…

 

Diri diri toprağa gömülür körpe kızlar,

Bu adi cinayetten varsa vicdanlar sızlar?!..

                       

                           Her türlü cürüm meşru,içki, faiz ve kumar,

Ka’be’yi çıplak tavaf, duyulmazdı bundan ar!...

 

Saygı ve hürmet yoktu;ne anne ne kadına,

Utanmamak mümkün mü, bu cehalet adına!...

 

Kuşatmıştı dünyayı zifiri bir karanlık,

Hakikat susturulmuş,küfürde hükümranlık!…

 

Yıllarca devam eden kabile savaşları…

Ne ızdıraplar dinmiş, ne akan göz yaşları!...

 

Yok edilmiş insanlık, bekle rahmet yağacak..

Gece sabah olmadan O’nun nuru doğacak!...

 

Teşrif etmeden önce vefat etmiş babası..

Amine’nin yetimi,alemin Mustafa’sı!...

 

Beklerken O’nu cihan,doğdu O hayru’l-beşer,

Zayi oldu karanlık, yok oldu her türlü şer!...

 

Yalnız doğduğu ev mi, aydınlandı kainat..

Nasipsiz olan ancak, eder küfürde inat…

 

Nasıl olur da o gün, kör olur gören gözler?..

Nüfus etmez kalplere mucize, ayet, sözler?!...

 

Rasulüllahı görüp,O’na iman etmemek,

Cehennemi dileyip,cennetine gitmemek!..

 

Cehennem yakıtını sırtlarında taşıyan,

Ebu Lehep,karısı, Ebu Cehl’e ulaşan,

 

Onca yakınındayken Yüce Rasulullaha..

İnkar eder Nebiyi, iman etmez Allah’a!...

 

Çekildi Save gölü,çöktü Kisra sarayı,

Tarih kaydetti o an, bu garip manzarayı!...

                          

                           Birer birer yıkıldı,Beytullahtaki putlar,

Kesiliyordu artık, putçuluktan umutlar…

 

Ne büyük saadettir,O’nun ümmeti olmak,

Sünnetine sarılıp, muhabbetine doymak!...

 

Alem nura gark oldu Ey Nebi! Doğduğun gün…

Dön artık aramıza, dünden de beter bu gün?!...

 

Sevgi,saygı,tahiyye,salat ve selam sana,

Mahkeme-i Kübra’da, şefaatçı ol bana!...

 

 

      Musa Uzunkaya

 NOT; Ölümünün 81. Sene-i devriyesinde

Ruhuna fatiha temennisiyle MEHMET Akif’i 
Rahmetle anarken )
 
İMAN ŞAİRİNE!..
 
Mübdi-i Safahat, şi’rin sultanı,
İstiklal harbinin bir kahramanı.
 
Sanat,sanat için değil onun  nezdinde,
Gaye için ise, övülür dinde.
 
O, sanatı gaye için kullanmış,
Şiirle özlenen hedefe varmış.
 
Mesleği veterner, tabib-i  hayvan,
Kaleminden deva buldu tüm cihan.
 
Kah Süleymaniye, kah Nasrullah’ta,
Bir hatib-i Şeyda, bir nur-i hüda.
 
Bir dai-i  İslam, bülbül-ü Kur’an,
Bir aşık-ı iman, bir ehl-i irfan…
 
Bir gönül insanı, nazır-ı  melek,
Vahdet-i  İslam’dı, kalbindeki tek.
 
Necit çöllerinde, garpta-Berlin’de,
Tek gaye İslam’dı, O’nun dilinde.
 
İster şarkta olsun, isterse garpte,
İster bir dergahta, isterse harpte.
 
İstiklal marşımız O’nun eseri,
O, bir manifesto, gençlik rehberi…
 
Hilal’e sevdalı, ezana aşık,
Leyl-i yeldasında, millete ışık.
 
“Na mahremin eli..”değmesin diyor,
Ezanı, bayrağı burca dikiyor…
                          
Tefrikayı kökten, o reddediyor,
Gün birlik günüdür ve haykırıyor;
 
“Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez,
Toplu vurdukça sineler, onu top sindiremez…”
 
Ey millet-i merhum, Ey Rabb-i Rahim!...
Dirilsin bu millet, Halik-u Kerim!...
 
Mehmet Akif Ersoy canlara candır,
Aruzda-şiirde o bir  SULTANDIR…
 

FETH- İ    MEKKE

 

Sen gittin- gideli bu topraklardan,

Bir hüzün, bir elem sardı Mekke’yi.

Kurtuluş müjdesi ta uzaklardan,

Özlüyor hasretle nurlu Ka’be’yi.

 

Mekke bir aşk- özlem, Mekke can O’na,

Mekke kutlu doğum, Mekke bir ana.

İlk insan Adem’le, vahyin cihana,

Geldiği diyardır o nurlu Mekke…

 

Mimarı Cebrail, münşi’i  Adem,

İlk bina, ilk mabed yapıldı o dem.

İbrahim-İsmail basınca kadem,

Cedd-i Muhammed’in  yurdudur Mekke..

 

Sürdü kırkına dek, elemsiz hayat,

Ne zaman başladı ilahi davet,

Müşriklerden baskı,zulüm, eziyet,

Hicret Medine’ye, özlem Mekke’ye…

 

Tam sekiz yıl sabırla beklendi o an,

Müjdeler fethini  bu Yüce Kur’an,

Yıl, altı yüz otuz olduğu zaman,

Bir ocak gününde, meftuhtur Mekke…

 

      Musa Uzunkaya