MESLEKİ EĞİTİM | MESLEKİ EĞİTİM

MESLEKİ EĞİTİM

MESLEKİ EĞİTİMİ AYAĞA KALDIRMA FORMÜLLERİ

Sanayimiz bir yandan değişik alanlarda sıçrama üstüne sıçrama yaparken hangi iş verenle karşılaşsanız nitelikli ara işgücü bulamamaktan şikayet etmektedir.  “Üniversite bitirdim” diye eline diploma alan, “ben ne zaman müdür olacağım” demeye başlıyor. Diploma fabrikaları haline gelen özellikle  bir kısım vakıf üniversiteler nedeniyle, buradan mezun olan gençlerin ve ailelerin beklentileri yükseliyor. Bu mezunlar ara iş gücüne talip olmuyor. Halbuki bir üniversite mezununa karşılık piyasada dokuz ara gücü insana ihtiyaç var. En yüksek işsizlik oranının üniversite mezunları arasında olmasına bakarsak plansız yüksek öğretim SOS veriyor. Üniversite mezunu işsizlik tavan yapmaya başladı ülkemizde. Artan üniversite talebinde dolayı “Sitcom üniversitelerin” sayısı hızla artıyor.  Üniversite mezunlarına ülkenin ihtiyacı yok. Çocuklarınızı üniversitelere gönderip hayatlarını karartmayın çağrısında bulunuyorlar iş verenler.

Can alıcı sorumuz şu: İş yerleri “meslek eğitimli işçi istihdam edeceğim. Üniversite mezunlarına ise kapım kapalı” diye bağırdığı halde ve sanayinin ihtiyaç duyduğu meslek elemanını bulamaz hale geldiği halde bu sese karşı çözüm mevkiinde başta olmak üzere yetkililer ve aydınlarımız duymuyor olmalı ki, mesleki eğitim git gide eriyor. Üniversite önünde yığılmaları önlemek ve de mesleki eğitimi diriltmek için pratik çözüm yolları  var mı?

Tek boyutlu çözümlere takılıp kalmasak çok pratik çözüm yolları var aslında. İş dünyasının ileri gelenleri ile birlikte hareket edebilsek, meslekleri ve mesleki eğitimleri cazip hale getirebilsek eğitim problemini büyük ölçüde halletmiş oluruz. Merkezi sınav derdi olmayan ülkelerdeki uygulamalara şöyle bir bakabilsek.

Her yıl yapılan bir tür genel kültür, bilgi ve düzeyini ölçen sınavlar yanında düşünme ve anlatma becerisini ölçen “bakalorya” türü sınavlar da yapılmaktadır. Bu geçmişte bir ölçüde “bitirme sınavı” olarak bizde de vardı. Belki de bu sınavların ihtiyaçlara uygun şekilde düzenlenerek tekrar getirilmesi lazım.

Bitirme sınavlarının tekrar ihdası, merkezi sınavları da yegane alternatif olmaktan çıkarabilir. Liseleri kendi konumunda değerli hale getirecektir. Ancak şuna dikkat etmeliyiz ki Bloom taksonomisini dikkate almayan testlerle sürdürülen teste dayalı sınav tarzı ile yine sistemi yozlaştırmış oluruz.

Liselere bitirme sınavlarının getirilmesi ve sınavlarda açık uçlu soruların yer alması ve bilginin kendisine değil kullanımını ve bilgi üretmeye yönelik sorular hazırlandığı takdirde mevcut ÖSYM sınav sisteminin olumsuzlukları azabilir. Böyle bir model, bu sınavları tek boyutlu yapıdan çok boyutlu hale getirmede bir çıkış noktası olabilir.

MESLEKİ EĞİTİMİN KALİTESİNİ ARTIRMAK

Mesleki eğitimde en iyi öğretim yolu usta çırak ilişkisine dayanır ve yaparak yaşayarak öğrenmedir. Hâlbuki hâlihazırda meslek okulu ve yüksek okullarında çoğu dersler uygulamadan yoksun; laboratuvar ve atölye imkânlarından, staj ve çağın gerektirdiği eğitim şartlardan uzak ortamlarda sürdürülmektedir. Bu yüzden öğrenci okulundan diploma alsa da mesleğini öğrenememektedir. Malum artık günümüzde diploma iş yapmamaktadır.

Bir kere eğitimi sınıfın suni duvarları arasında sıkışmış olmaktan çıkarmamız lazım. Öğrenci haftanın yarısını ilgili meslek atölye ve uygulama alanlarında sürdürürse, kendiliğinden yaşayarak öğrenme ortamı oluşacak, piyasalara duyarlı, gelişmelere açık bir eğitim ortamı doğacaktır. Çalışma karşılığı olarak öğrenciye maaş verilmelidir. Dahası öğrenciyi sanayi ve meslek odaları gibi kuruluşlara ortak edelim. Sanayi ve uygulama sahalarındaki ustalar, işverenler gelsin meslek okullarında ders versinler. Müfredatı onlar belirlesinler.

Her şeyden önce öğrenci kontenjanları için planlama yapalım. Ülkenin bölgenin sanayinin gerçek ihtiyaçlarına göre belirleyelim kontenjanları. İhtiyaç duyulan yeni bölümleri açalım. İhtiyaç olmayanları kapatalım. Öğrencilere değişik burs destek imkânları getirelim. O zaman   bu okullara   akım başlayacaktır.

Türkiye’de üniversite eğitimi almış çoğu meslek gruplarının kadroları, unvanları, yetkileri ve statüleri aşağı yukarı belirlidir. Halbuki diplomalarında üniversite mezunu yazmasına rağmen, meslek yüksek okulu mezunları gerek iş hayatında gerekse askerlik görevleri sırasında lise, meslek lisesi ve ticaret lisesi mezunları ile aynı statüye sahip görünüyorlar.

Meslek Yüksek Okulların iş hayatında ve askerlik görevi sırasında hiçbir avantaj sağlamaması düşündürücüdür. Bu hali ile meslek yüksek okullarının cazibe merkezi haline gelmesi nasıl mümkün olabilir?

Meslek Yüksek Okulu mezunlarının hak ve kazanımlarına iyileştirecek, bu okulları ilgi odağı haline getirebilecek  kanun teklifleri geçmişte meclis gündemine gelmişti geçmiş yıllarda. Örneğin aşağıdaki gibi taslak   meclis gündemine kanun teklifi olarak gelmişti. Demekki ülkede zaman zaman  aklı başında doğru  çözümleri düşünenler ve gündeme getirenler olmuş ve olmakta. 

Taslağına göre: Tekniker, yüksek tekniker unvanını alanlar, meslek yüksek okullarının iktisadi bölümlerinden meslek elemanı olarak mezun olanlar ve denk eğitimi görmüş olanlar; diğer meslek gruplarının yetki ve sorumluluklarına sahip bulunacaklar. Kamu ve özel işyerinde ustabaşı, amir, formen, sorumlu şef statüsünde çalışabilmek için, üniversite ve meslek yüksek okulu diplomasını ibra etmek zorunlu olacak. İşverenlere, çalıştırdıkları meslek yüksek okulu mezunlarının yüzde 50’sini geçmemek üzere, sigorta prim muafiyeti tanınacak.

Taslakta ara kalifiye insan gücü yetiştiren bu okullarda okuyan öğrencilerin sigortalı hale gelmesi, Meslek Yüksek Okullarına ÖSS’den farklı olarak ayrı bir sınav (Mesleki Eğitim Sınavı) ile öğrenci kabulü öngörülüyordu.

Meslek Yüksek Okulu mezunlarının askerlik sürelerinin kısaltılması bile tek başına bu okullara önemli bir itibar ve cazibe getireceği kanaatindeyim. Temennimiz  benzer kanun tekliflerinin   yasalaşması, hayata geçirilmesidir.

Şimdiye kadar mesleki eğitim problemi çözülememişse, bunun önemli bir nedeni konunun hala toplumdan ve piyasalardan kopuk YÖK ve MEB’in tekelinde kalmış olması ile ilgili olduğunu düşünüyorum.  İşverenler, sanayi ve ticaret odaları, meslek ve sivil toplum kuruluşları, bilim adamları ile birlikte problemin çözümü için ele ele vermelidir.

Önce Yanlış Kanaatler Islah Edilmeli

Üniversite önünde yığılmanın önlenmesi, mesleki eğitime yönlendirme için her kesimde ve her eğitim kurumunda hedef olarak üniversitenin gösterilmesi yanlış telakkisinin kaldırılması gerekiyor bir kere. Lise çağındaki hemen her öğrencide bir meslek edinme yerine üniversiteye girme arzusu var. Çaba gerektiren işler yapmayı, hizmet etmeyi bir aşağılanma olarak kabul eden değer yargılarımız var maalesef. Bir beceri sahibi olarak ayakları üzerinde durmayı değil, diploma sahibi olarak işsiz kalmayı tercih edebiliyoruz.

Kendine güvenen ve üreten, problem çözmeyi bilen müteşebbis insan yetiştirmekten uzağında kalan bir eğitim yapımız var. Bu yapı, üretim duygusunu ve kendine güveni geliştirmediğinden gençlerin dünyasına hazıra konma ve memur zihniyeti hâkim oluyor.

Tabi önemli olan tüketimci toplum kavramından üretici toplum kavramına geçebilmek, yani eğitimi verileni yineleyen ama kendisi bir şey üretemeyen yapısından kurtarabilmek.  Hiç şüpheniz olmasın o zaman meslek okulları daha da revaçta olacak. Üretken bir toplum anlayışına geçersek o zaman şimdiki devlet kapısında iş bulma anlayışı da sona erecektir ve mesleki eğitim önemli bir cazibeye kavuşacaktı

LİSE EĞİTİMİNİ MESLEKİ BECERİLER KAZANDIRAN DÜZLEME ÇEKMEK

Lise öğrencilerinin aynı zamanda mesleki becerilere sahip olabilmelerini sağlayacak bir yapılanmaya gidemez miyiz? Malum, öğrenciye entelektüel beceri kazandıramadığı gibi, mesleki beceri de kazandıramayan içi boşaltılmış bir lise eğitimimiz var.

Mesleki kazanım ve tecrübelerin ÖSS sisteminde puan arttıran bir unsur haline getirilmesiyle bu gerçekleşebilir. Kurs vb. yollarla sertifikalandırılacak beceriler, öğrenciye iki türlü katkı sağlayacaktır:
a. Sertifikalar, ÖSS puanına eklenecek belirli bir değer taşıyacaktır. Böylece öğrencinin her türlü mesleki beceriye sahip olması teşvik edilecektir.
b. Bir üniversiteye giremese bile söz konusu pazarlanabilir becerileri sayesinde işsiz ve mesleksiz kalmaktan kurtulabilecektir.
Bu sayede öğrenci yalnızca hazırlık dershanelerinde teorik bilgi peşinde koşmak yerine çeşitli mesleki becerileri kazanmaya da yönelmiş olacaktır.

Neler Yapılmalı?

Öncelikle ÖSS sınavının yapısının ve niteliğinin değiştirilmesi gereğinin anlaşılması lazım. Ardından değişikliklerin neler olması gerektiğine sıra gelecektir.

Sınavlardan amaç temelde öğrencinin kavramlar arasındaki ilişkileri anlama ve problem çözebilmeye yarayan düşünme gücünün ve dili kullanma becerisinin ölçülmesi olmalıdır.
Sınavlardan amaç temelde öğrencinin dil yeteneği ve matematik bilgisi yanında muhakeme ve düşünme gücünün belirlenmesi ve temel kavramlar arasındaki ilişkileri anlama ve problem çözebilme yeteneğinin ölçülmesidir. Ayrıca, sınavlarda öğrencinin anlamlı cümle kurmak yeteneğinin de ölçülmesi önem taşımaktadır. Merkezi sınavlarda ucu açık soruların yer alması bu açıdan büyük önem taşır. Ancak birkaç milyon öğrencinin gireceği ucu açık soruların cevap anahtarlarının nasıl değerlendirileceği önemli bir mesele olduğundan problemleri tek düzlemde ve tek boyutta düz mantıkla çözmeye alışmış ÖSYM yetkililerinin böyle bir zorluğun altına  girmeleri zor. Bekleyip göreceğiz.  

Bu konudaki ilk adımda mevcut soru müfredatının çeşitli mesleki alanlar ve hayat becerilerini içerecek şekilde yeniden düzenlenmesi olabilir.
Bu bağlamda;
a. Sözlü ve yazılı anlatım becerisi,
b. Pratik hayat bilgi ve becerileri,
c. Sosyal içerikli genel kültür,
d. Bilişim ve iletişim becerileri,
e. Yaygın mesleki bilgi ve becerileri,
f. Sanat bilgi ve becerileri,
g. Spor, sağlık bilgi ve becerileri düşünülmelidir.

Önemli olan bilginin kendisi değil, onun kullanılması ve üretilmesi olduğuna göre, sınavlarda düşünce gücünü ve bilginin kullanışını ölçen şekilde sorular tanzim edilebilir. Ancak ÖSYM böyle bir yapıyı oluşturmanın hala uzağında bulunuyor. Düşünce gücünü ve bilginin kullanışını değerlendirecek şekilde soru tanzim etmek ileri derecede uzmanlık ve derin bilgi ve eğitim yöntemlerini  bilmeyi gerektirir. ÖSYM nin sorumlu yetkilileri bu işin gerçek uzmanlarını istihdam ederek işin üstesinden gelebilirler. Anahtar nokta, düşünmeyi ve bilgi üretmeyi bilen, aynı zamanda eğitim vizyonuna sahip bilim adamlarını istihdam edebilmek....  

DAHA ESNEK YAPILANMA

Tüm bunlar yerleştirme sisteminde daha esnek bir yapılanma anlamına geliyor aslında.
Sınav tekniğinde yapılacak değişiklikler bir yana öncelikle ÖSS sınavının üniversiteye yerleşmede tek faktör olmaktan çıkarılması ve yerleşmenin esnek bir yapıya kavuşturulması gerekiyor.

Üniversitelerde ilk yıl öğrencinin kaydolduğu bölümü ve üniversite hayatını tanıma yılıdır. İlk yıl öğrenciye başka bölümlere geçebilme imkanı tanınmalıdır.

Üniversiteler (Fakülte ve bölümler) kendilerinin koyacağı ek standart ve ölçütler içinde [ya da başka sınav(lar)] öğrencilerini kendileri seçebilmelidir. Bu durum öğrencinin aynı zamanda lise döneminde kendi yeteneklerine uygun bölümlere ve branşlara yönelmelerini (o alanda güçlenmesini) sağlayacaktır.

Bir diğer önemli konu ise Meslek Yüksek Okullarını bitirenlere dört yıllık üniversiteye geçiş imkanı daha yaygın olarak verilmelidir. Bu hakkın verilmesi bile Meslek Yüksek Okullarının cazibesini önemli ölçüde artırmaya vesile olabilir. Öğrenci prestij vesilesi yaparak dört yıllık fakülte bölümlerini tercih etmektedir. Halbuki ülkemizde çoğu dört yıllık okul mezunları iş bulma sorunu yaşamaktadır. Dört yıllık bir fakülteyi bitiren öğrenci aynı zamanda Yüksek Okul diplomasına (mesleğe) sahip olduğundan daha kolay iş bulma şansını yakalamaktadır.

Amaçsız Lise Eğitimi

Eğitim sistemindeki misyonsuzluğa en bariz örneğini lise eğitiminde görüyoruz. Gerçi resmi belgelerde lise eğitiminin amacı kulağa hoş gelen yaldızlı ifadelerle anlatılmaktadır. Ama uygulamaya baktığımızda ülkemizde lise eğitiminin tek bir gayesini görmekteyiz. O da öğrencileri üniversiteye   hazırlamak. Öyle değil mi? Belirlenen konularda en kısa zamanda en fazla soruyu en kestirme yollardan çözme becerisini kazandırmak. Gerçekten de öğrencilerimiz testlere girip geçme konusunda hayli beceri kazanıyorlar. Tüm lise eğitimi boyunca sadece bu konu üzerinde  uzmanlaşıyorlar diyebiliriz.  İşin ilginç yanı ise kimse de çıkıp iyi de bu becerinin kime ne faydası var diye sormuyor.

Eğer okullarımızın varlık sebebi öğrencileri hayata hazırlamaksa öğrencilerin en önemli yıllarını eğitim adına gerçek hayatta işe yaramayan üstelik zihnini kalıplaştıran, onları adeta düşünemez hale getiren (şartlandıran) işlerle neden heba ediyoruz? Herhangi bir işverenin bir lise mezununa test becerisinden  dolayı iş verdiğini ya da bir lise mezununun bu beceriye dayanarak bir iş yeri açtığını duymadık.

Evet sorun burada düğümleniyor esasen. İlk ve lise öğretiminde öğrencilere gerçek hayatta kendilerini  yararlı kılacak hangi beceriler veriyoruz? Evet lise mezunlarının çoğunluğu üniversiteye girebiliyor olsaydı, bunu yine anlayışla karşılamak mümkün olabilirdi. Ama her yıl üniversite sınavlarında  yani ezici çoğunluk en değerli yıllarını ve kendini güvenini kaybetmiş olarak üniversite önüne geliyor ve orada ise üniversite kazanamayan büyük çoğunluk hüsrana uğratılmaktadır. Pazarlanabilir bir becerisi olmadan hayat mücadelesini terk ediliyor.

Ortaöğretimde müfredatı Milli Eğitim değil ÖSYM belirliyor. Liselerde eğitimin fiilen bittiği hala görülmüyor olmalı ki 3 yıl olan liseler 4 yıla çıkarıldı. Sanki liselerde eğitim varmış gibi mezunların gerçek hayata atılması bir yıl ertelendi. Yapılması gereken tersine bir uygulamayla 4 yıllık liseleri 3 yıla indirmek ve büyük kısmı üniversitee kapılarından   geri  çevrilecek olan öğrencilerin çok geç kalmadan toplum içinde onu ayakta tutacak mesleki becerileri kazanmasını sağlamaktır.  Özellikle kısa vadede Meslek Yüksek Okullarının çeşitlendirilmesi, yaygınlaşması ve eğitiminin piyasa ile iç içe getirilmesi en makul çözüm olarak görülüyor. 

REFORMUN ESASLARI

Mesleki eğitimin ayağa kaldırılması için gereken itibara kavuşması için aslında yapılması gerekenler çok da karmaşık şeyler değil. İlk yapılması gerekenler, meslek sözlüğünün? hazırlanması ve mesleklerin sertifikalanması, mezunların statü ve haklarının kanunlarda açık ve belirli hale getirilmesi, mesleklerin gerçek ihtiyaçlara göre çeşitlenmesidir. Meslek ne kadar basit görünürse görünsün diploması ve eğitimi olmayanlara ilgili mesleklerde iş yapma yetkisi verilmemelidir. Bu çerçevede ikinci olarak mesleklerin yasal ve piyasa ile ilgili uyumunun sağlanması, son olarak ta okul, atölye ve öğretmenlerin hazırlanmasıdır.

Kendi aklının sahibi, konuyu ciddiye alan ülkeler mesleki eğitimde bunları yapıyorlar. Örneğin  AB ülkeleri gibi örneğin Almanya’da eğitimden sorumlu bakanlık o sene için her mesleğe ait gerçek ihtiyacı iş ve işçi bulma kurumu ile ortaklaşa çalışarak güncelleniyor. Bizde  100  kadar meslek çeşididir varken Almanya’da bine yakın   mesleğe kod verilmiş; ABD meslek çeşidi çok daha yüksek sayıda: 2000 kadar kodlanmış meslek türü var. Üstelik bu mesleklerin piyasa ve iş dünyası ile intibakı sağlanmış ve ayrıca yasal zemin oluşturulmuştur okulların, uygulama alanları ve öğretmenleri hazırlanmıştır.

Bu ülkelerde okulların öğrenci kontenjanları piyasanın gerçek ihtiyacına göre belirleniyor. AB ülkelerinde zorunlu eğitim döneminde öğrenci çalıştırmak yasak. Bir çocuk- öğrenci sanayide staj amacı ya da sınırlı saatler dışında çalıştırılmamaktadır. Meslek ne kadar basit görünürse görünsün elinde meslek diploması olmayan kişiler bir işe girme ya da işyeri açma gibi teşebbüslerde bulunamıyor.

Güney Kore Modeli

Lise eğitimini gerçek misyonuna nasıl döndüreceğiz? Hep Batıdaki örneklere bakmak yerine bize benzeyen eğitim yapısından daha yakın zamanda kurtulan ve dönüşümü gerçekleştiren mesela Güney Kore örneği var.  Ne yapmıştı Güney Kore?

Daha 2002 yıllarında Kore ortaöğretim reformunu üniversite bilim reformu ile birlikte ele almıştı. Prestijli üniversitelerde okutmak isteyen öğrenciler,ÖSYM nin yaptığı benzer  sınavlara hazırlanarak yıllarca "sınav cehennemi" içinde kıvranıyordu. Aileler bir sektör haline gelen özel dersler ve kurslar için ayda binlerce dolar ücretler ödüyordu. Ezberciliği ve test çözme mekanik becerisini ön plana çıkaran ve defalarca değiştirilen bu eski sistem 1995'de başlayan bir eğitim reformunun parçası olarak temelden değiştirildi.

Yeni sistem 2002'de yürürlüğe girdi. Yeni sistem temel bilgi ve yetenek sınavları yanında asıl olarak öğrencilerin kişisel okul dosya kayıtları, makale yazma ve mülakatı ön plana çıkarıyordu. Böylece lise eğitimi öğrencinin çok yönlü gelişimine anlamlı ve faydalı bir katkı yapmaya başladı. Yani liseler aslî görevine döndüler. Ayrıca, mezuniyet için gerekli asgari kredi sayısı da i 120 olarak değiştirildi. Kredi sayısının azaltılmasını standardı ve kaliteyi düşürmek olarak görenler vardı. Modern eğitimde çok şeyi değil "öğrenmeyi öğrenmenin" daha önemli ve öncelikli hale geldiğini bilmiyordu bu çevreler. Sahasında temel bilgilerle mücehhez öğrenciye ihtiyaç duyduğu bilgilere ulaşma özgüvenini kazandırmak gerekiyordu. Bunun diğer bir avantajı da mezuniyet için gerekli kredi sayısının mesela 180'dan 120'ye düşürülmesi, hiçbir ilave kaynak gerektirmeden öğrenciye kapasitesini %50 ye kadar artırmaya imkân veriyordu.

Kalite Değerlendirmesi: Akreditasyon

Okul notları yerine merkezi sınavlara yönelmede temel gerekçe güvensizlik ve torpil kaygısı. Üniversiteye girişte öğrenci mezuniyet notunun kullanılmasına karşı çıkanlar şu gerekçeyi öne sürüyorlar: Okullar arasında kalite farkı çok büyük.. Bir okulun verdiği 80 puan diğer okulun 50'si bile olmayabilir. O zaman ikisinin puanlarını aynı kategoride değerlendirmek adaletsizlik olmaz mı?

Eğer, eğitimde akreditasyon sistemini hayata geçirirseniz, bu problemi ortadan kaldırabilirsiniz. Hem de üstelik o zaman okullar kendi içinde rekabete başlayacaktır.
Akreditasyon “yetkili bir merci tarafından onaylanmak” olup buradaki kullanılışı itibariyle, bir okulun Milli Eğitim Bakanlığınca belirlenecek eğitim-öğretim ve yönetim kurallarının oluşturduğu çerçeve içinde tanımlanabilecek bazı vazgeçilmez özelliklere uygun olarak çalıştığının, bir “kural” tarafından doğrulanıp ilan edilmesi anlamındadır.

Liseleri eğitim kalitesine göre kredilendirmeye tabi tutar, yani bağımsız bir “öz değerlendirme sistemi” teşkil edersek öğrencinin ortaöğretim başarısını ve notlarını üniversiteye girişte esas haline getirebiliriz.

Kredilendirme sistemine göre, mezuniyet notları kredi katsayı ile çarpılacağı (değerlendirileceği) için kalite (gerçek) puanlar ortaya çıkacak, okullar arasındaki farklar da belirgin hale gelecektir. Kredilendirme sistemi sadece liseler/meslek liseleri için değil, ilköğretim kurumlarında da uygulanarak öğrencileri meslek lisesi ya da liseyi seçmede değerlendirme kriteri olarak kullanılabilir.

Bu kredilendirme, liseler kadar ilköğretim okulları arasındaki rekabetin artırılması için çıkış noktası olabilir. Sadece okul idaresi ve veliler değil, o bölgenin idari mekanizmalarını da harekete geçiren bir unsurdur akretitasyon sistemi. Sonuçta gerçek bir rekabet ortaya çıkacak ve kısa bir süre içinde yurt çapında öğretmenler kendilerini yetiştirmeye başlayacaktır.
Efendim, seçim okullara bırakılırsa torpiller olur diyeceksiniz değil mi? Her okul torpile izin vermesi durumunda kalitesinin düşeceğini bilecektir. Buna izin verenlerin durumunun ne olacağı belli. Eğer ülkede kalite-akreditasyon sisteminiz işliyorsa kalitesiz okullar bir bir sahneden silinecektir. Bir kısım insanlar torpille girecek diye bu endişe ile okullara seçme hakkı vermezseniz sistemin verimliliğini azaltmış olursunuz. Kalite liyakat –sistemini kurulduğunda kendilerini yenilemeyenler, gelişmelere ayak uyduramayanlar elenecektir.

Oluşturacağımız bağımsız doğrulatma sistemi eğitimimize ne gibi avantajlar getirecektir?

Her şeyden önce ölçme ve değerlendirme sağlıklı zemine oturacaktır. Merkezi sınavların kafaya yığılan kuru malumatın değerlendirildiği tek boyutlu sayısal değerlendirme esas olmaktan çıkacak, öğrencileri eğitim boyunca aldıkları puan ve notlara göre değerlendirme imkânına kavuşacaktır.

Çünkü oluşturacağımız doğrulama sistemi bilgiyi değil, beceriyi, düşünme gücünü, üretken- liği ve gelişimi öne çıkaracaktır. Bu çerçevede şu kriterler göz önüne alınabilir:
•Öğrenme merkezli aktif eğitimin gereklerinin yerine getirilmesi
•Üretkenliğin desteklenmesi
•Müfredat yapısının çağdaşlığı
•Eğitsel gelişme ve yenileşme özellikleri
•Öğretmen yeterliliği,
•Eğitim-araştırma, teknik imkân, teçhizat durumu ve uygulama imkânları.

Sonuçta okullarda uygulanan eğitimin kalite farklılıkları asgariye inecek, okullar arasında olumlu bir rekabet başlayacaktır. Eğitimcilerin kendilerini yenileme ve geliştirme süreci içine girmeleri de böyle bir uygulama ile sağlanabilir.

SON SÖZ

Öğrenci seçme sisteminin ıslahında anahtar nokta merkezi sınavların üniversiteye yerleştiren nihai kurum olmaktan çıkarılmasında düğümleniyor. Öğrenci seçme sisteminin "ya başar, ya öl" uygulamasından kurtarılmalı; yılda üç beş defa yapılabilmelidir. ÖSS'nin üniversite ilgili bölümüne kabul için parametrelerden sadece birisini teşkil etmelidir

YGS/LYS sınavındaki ölçme değerlendirmenin ne olduğunu az çok bilen bilir ki, parametrelerden sadece birisidir. Bunu farketmedikçe ve dünyanın bu işi nasıl yaptığını görmedikçe “ya ol ya öl” tarzındaki bu sınav uygulamasının eğitimi işlevsiz hale getirecektir. Bu bir yana çok boyutlu bir nesneyi tek düzlemde ve boyutta değerlendirme yanlışlığıdır ve birbirine çok yönlü bağlı eğitimi ve insanı merkezi sınavların tek boyutlu sayısal değerlendirmesi ile sınırlandırmaktır.

Ben bu kadim şehirle 1983 yılının eylül ayında tanıştım. Kilis doğumlu olmama rağmen bu şehirle tanıştığım günden bu yana hayatımda büyük değişimler yaşandı.

                                                                                                              Prof.Dr.Osman Çakmak